Victoria and Albert Museum, Londra’ya ilk geldiğimde “mutlaka görülmesi gereken yerler” listemin başında olduğundan ilk gördüğüm müze oldu. Daha müzeye girmeden, o muhteşem binasının önünde dakikalarca durduğumu ve mimariye hayran kaldığımı hatırlıyorum. Müzeye girdikten sonra ise hayranlığım çoktan başka boyutlara ulaşmıştı bile. Şu zamana kadar en çok ziyaret ettiğim ve Londra’yı ziyarete gelen herkese ilk gösterdiğim müze Victoria and Albert Museum olsa gerek. Her gittiğimde yeni yeni şeyler keşfetmenin keyfini sürüyorum hala. Yolunuz düşerse diye size de kısaca bu güzelim müzeyi anlatmak istedim.
Victoria and Albert Museum Tarihi
Müze oldukça önemli bir işlevi yerine getirmek üzere kurulmuş: tasarımcıları, üreticileri ve halkı sanat ve tasarım üzerine eğitmek. Temelleri 1851’de gerçekleşen dünyanın ilk uluslararası tasarım ve üretim sergisine, Great Exhibition’a dayanıyor. Bu fuarı takiben Prince Albert, İngiliz sanayisinin uluslararası pazarda yarışması için standartlarını koruması ve geliştirmesi ihtiyacını görüyor. Bu amaçla fuardan kazanılan tüm paranın, South Kensington’da sanat ve bilim eğitimine adanmış müze ve okulların bulunduğu bir bölge yaratılmasına harcanmasını sağlıyor. Müze şu an Kensington bölgesinde bulunan müzeler ve diğer binalar arasında kurulan ilk kurum. 1852’de temelleri atılan müze şu an bulunduğu Exhibition Road’a 1857’de taşınıyor. 40 yıldan uzun bir süre South Kensington Museum olarak bilinse de, kuruluşundaki önemi itibariyle ismi Victoria and Albert olarak değişiyor.
Great Exhibition’ın arkadasındaki beyinlerden biri de Henry Cole. Cole Paris’te gördüğü fuarlardan esinlenerek, Prince Albert’ı böylesi bir fuarın halkı eğiteceğini ve İngiliz tasarımcı ve üreticilerine ilham kaynağı olacağı konusunda ikna ediyor. Bu çabanın sonunda sonradan Victoria and Albert’a dönüşecek olan Museum of Manufacturers 1852’de kuruluyor. Elbette yöneticisi de Henry Cole oluyor. Cole zamanının ötesinde bir müze yöneticisi olmayı başarıyor ve halk müzeden yararlanabilsin diye iş çıkışı saatlerinde müzeyi açık bırakıyor ve gaz lambaları ile müzenin gezilebilmesini sağlıyor.
Kurulduğu ilk günden bu zamana amacından şaşmamış bir müze var karşınızda. Dünyanın her yerinden neredeyse her çeşit tasarımı görebileceğiniz bir müze bu. Resim, heykel, seramik derken bir anda karşınıza eski radyolar ve 1800lü yılların Hindistan’ından enfes işlemelere sahip bir kadın elbisesi çıkabiliyor. Küçük çaplı ve değişik bir dünya turu sunuyor ziyaretçilerine bu müze anlayacağınız. Ah bir de içindeki cafelere, National Art Library’e ve o güzelim avlusuna hayran kalmamak elde değil. Her şeyiyle göze bayram bir müze bu. Londra’ya yolunuz düşerse kaçırmayın derim. En az bir koca günü ayırırsanız da iyi olur. Müze ile ilgili detaylı bilgilere web sitesinden ulaşabilirsiniz. Keyifle!