Ve Bir Göç Hikayesi Daha…

Ve bir göç hikayesi daha başlıyor… Hem kategori adından hem de yazının başlığından anlayacağınız üzere eşim ve ben Londra, İngiltere’ye taşınıyoruz. Kimileriniz bu haberi Kitaplık Kedisi Reading Challenge 2017 adlı yazımda çoktan okudu. Kimileriniz de sanıyorum İngiltere’ye yerleşmek diye aratıp bulacaklar bu sayfaları. Ne olursa olsun, umarım okuyan herkes keyif alır.

Göç hikayesini muhakkak bir yerlere yazmalıydım. Olur da ilgilenenler olur, faydalanır belki diye ama en çok da kendim için yazmam gerekiyordu. Kitaplık Kedisi’ni yazmaya başladığımdan beri en çok söylediğim şey paylaştıkça büyüdüğüm oldu. Böylesi büyük bir değişimi de tanıdığım tanımadığım herkesle paylaşmasam olmazdı elbette. Hem size hem bana faydası olur umarım bu yazıların. Şimdiden çoğunuzun iyi dileklerini duyar gibiyim. Ben de size hemen canıgönülden teşekkür edeyim! Ve gelelim asıl meseleye…

Göç Hikayesi

Yeni kategorinin bu ilk yazısını yazmadan önce çok düşündüm. Çeşitli ülkelere gidip de göç hikayesini paylaşan bloggerları okudum biraz. Hepsinin teker teker ne kadar keyifle okunduğunu gördükçe heyecanlandım. Bazılarında gördüğüm yorumlar beni dehşete düşürse de ne olursa olsun, içimden geleni yazayım dedim. Bilgisayar başına oturup, kahvemden bir yudum alınca her şey biraz daha kolaylaştı. Kolaylaştı diyorum çünkü kitap okuyup da kitap hakkındaki duygu düşüncelerini yazmaya benzemiyor bu iş. O yüzden Londra Kedisi’nin dili belki biraz daha samimi, belki biraz daha kişisel olacak. İdare ederiz sanki, ne dersiniz? İkinci ve son kez; ve gelelim asıl meseleye…

Göç Hikayesi

Başka bir ülkede yaşama isteği bende kendimi bildim bileli hep vardı. Neden mi? Bilmem. Vardı işte. Şimdi size tutup da aman ülkenin durumu, aman siyaset falan demeyeceğim. Bunlardan bağımsız bir şeyler vardı derinde bir yerlerde. Elbette bu saydıklarımın da etkisi var, yok değil. Ancak daha çok, “başka yerler” özlemi oldu derdim. Hayatım boyunca hiç unutmadığım ve muhtemelen ölene kadar da unutmayacağım bir diyalog var aklımda. Ben 8, 9 yaşlarındayken babam bir anda şöyle bir soru sordu: “Hangi ülkede yaşamak isterdin?”. O andaki şaşkınlığımı hala unutamıyorum. Nasıl yani? Başka bir ülkede de yaşayabilir miydik? Ne ilginç. Ben de o zamanki aklımla dedim ki: “İskoçya!”. Ben babamın sorusuna ne kadar şaşırdıysam babam da benim cevabıma o kadar şaşırmıştır büyük ihtimalle. İskoçya… Televizyonda mı gördüm, biri mi anlattı neden bilmiyorum ama küçüklüğümden beri bir İskoçya hayali yaşatırım içimde. İskoçya denince aklıma gelen de etek giymiş adamlar değil; uçsuz bucaksız bir yeşillik, insanı büyüleyen gri bir gökyüzü ve bir o kadar ihtişamlı denizdir. Bir de kasvetli ve perili bir şato yerleştirelim bu resme. İşte hayalimdeki İskoçya bu ve bence bundan daha güzeli de yok. Sözün özü, çocukluğumdan beri türlü türlü hayallere daldım. Hepsi de “başka yerler”e dairdi. İskoçya olmadı ama Londra oldu. O da eşimin kısmeti diyeyim. Onun da babamın sorusuna cevabı hep Londra’ydı. Neyse ki hayallerimiz hem kilometre olarak hem de kültür olarak pek yakın birbirine!

Göç Hikayesi

Peki nasıl gidiyoruz İngiltere’ye? Günümüzün en popüler göç yollarından biri Ankara Anlaşması’yla efendim. Yıllar önce duymuştum Ankara Anlaşması’nı. Daha o zamanlar kimsenin doğru dürüst haberi bile yoktu. Şimdiki gibi her on arkadaşımızın beşi gitmiyordu uzaktaki o adaya. Yıllar yıllar sonra, eşim de ben de artık gerçekten hazır olduğumuza karar verdik ve başvurumuzu yaptık. Hazırlanma sürecimiz bir ay gibi görünse de, tüm o yılların, tüm o hayallerin bir birikimi var. Başvurumuza onay aldığımızda üzerimizden kalkan yükün ağırlığını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Göç hikayesi de o yükün kalkmasıyla başladı.

Şimdilerde taşınma telaşındayız. İstanbul’da beş senedir yaşadığım evimin için koli kaynıyor. Eşyalarımızı Londra’ya götürecekken bir anda vazgeçip her şeyi satmaya karar verdik. Şükür çoğu şeyi sattık. Satamadıklarımızı da eşe dosta verdik, veriyoruz. Kar dolayısıyla eve gelemeyen ve dolayısıyla eşyaları götüremeyen nakliye bizde karın ağrılarına yol açtıysa da, sorunu uçağımızı erteleyerek çözeceğimize inancımız tam. Ben elbette kitaplarımdan ayrılamadım. Hepsi koliler içinde, bir kamyona konulup Londra’ya gitmeyi bekliyor. Okuduğum kitapların neredeyse hepsini aileme ve arkadaşlarıma dağıttım, dağıtıyorum. Yanıma sadece okumadıklarımı ve birkaç sene sonra tekrar tekrar okumak istediğim kitapları alıyorum.

Göç Hikayesi

Yaşayacağımız evi birkaç hafta öncesinde bulup, binbir zorlukla kiralamıştık zaten. (Bu konu için ayrıca bir yazı yazmayı planlıyorum.) Şimdi beni Londra’da boş bir ev bekliyor. Eşim ve ben de birkaç gün içinde boş kalacak bir evde odadan odaya dolanıp duruyoruz. İkimizde de biraz kaygı, biraz telaş, bolca hüzün var. Bugün annem, babam ve Lebowski Ayvalık’a gittiler. Hem ailemden hem de Lebowski’den ayrılmak tahmin edemediğim kadar zor oldu. (Lebowski’yi neden götüremediğimizi de başka bir yazıya saklayayım.) Oturup ağlamak yerine, yazmak istedim. İyi de etmişim.

Göç Hikayesi

Her şey yolunda giderse birkaç gün içinde uçağa atlayıp Londra’ya gideceğiz. Orada boş bir evi yavaş yavaş dolduracağız. Hayatımıza yeni yeni insanlar girecek, az çok her gün hafif çaplı bir macera olacak. Ben içimdeki endişeleri yavaş yavaş eriteceğim, hayatı iyisiyle kötüsüyle akışına bırakacağım; işte o zaman her şey yolunda gidecek zaten. Ailemizi, arkadaşlarımızı özleyeceğiz sürekli. Seslerini duymak için telefonlara sarılacağız. Sırf onlar gelecek diye evi daha bir özenle temizleyeceğiz, vazoya taze çiçekler alacağız. Özlem kelimesi farklı bir anlam kazanacak. Ama hepsi güzel olacak. İlla güzel olacak! Umarım bizi gülümsetecek şeyleri birlikte keşfederiz. Umarım o güzel yüzlerinize küçük gülümsemeler yerleştirir bu yazılar. Göç hikayesi de böylelikle paylaşıma başlasın bakalım. Keyifle!

Menüye dön