Royal Botanical Gardens, Kew hemen evimin karşısında bulunan dünyalar güzeli bir botanik bahçesi. Kew’e taşındığımızdan bu yana her gün “Bugün parka üye olacağım ve her yerini gezeceğim.” diyordum. Ancak iki ay sonra üye olabildik eşimle, verdiğimiz her peniye değer diye düşünüyorum. İçinde kaybolmak isteyeceğiniz, masallardan fırlamış gibi görünen bir parktan bahsediyorum. Bir de bu kadar güzel görünmesinin yanı sıra dünyanın her yerinden binlerce çeşit bitkiyi içinde barındırması da cabası.
Royal Botanical Gardens, Kew 1700lü yıllarda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış. Örneğin içinde yer alan güzeller güzeli Kew Palace 1631 yılında tüccar Samuel Fortrey tarafından yapılmış ve daha sonra Kral 3. George tarafından satın alınmış. Önünden her geçtiğimde gözlerimi alamadığım pagoda ise 1761 yılında William Chambers tarafından yapılmış. Şu anda 121 hektar (1210 dönüm) olan parkta çeşitli restoranlar, müzeler, enstelasyonlar, farklı hikayelere sahip binalar, seralar ve daha keşfetmediğim birçok şey bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde yaklaşık olarak altı, yedi saatimi parkta gezerek geçirdim. Ara sıra dinlenmek için kah bankları kah binaları seçtim. Bir bina var ki ne zaman parka gitsem içine girmeden edemiyorum. Marianne North Gallery.
Marianne North Gallery özellikle hoşuma giden binalar arasındaydı çünkü mimarisinden tarihine ve içinde yer alan yüzlerce enfes resme kadar her şey o kadar büyüleyiciydi ki bir an nerede olduğumu unuttum. Marianne North Viktorya döneminde yaşamış oldukça varlıklı bir kadın. Babasının ölümünden sonra, kendisi 41 yaşındayken evden ayrılıyor ve dünyaya gezmeye ve gezdiği her yerde de tropik ve egzotik bitkilerin resimlerini yapmaya karar veriyor. Başına buyruk bir kadın olduğundan gezileri boyunca “uygun” hareket etmek yerine istediği yere gidip, istediğini yapıyor. Durum böyle olunca da dönemin İngiliz gazetelerinde en çok yer alan haber haline geliyor. Londra’da bir galeri ziyareti sırasında kendi yaptığı resimlerin Kew’de sergilenmesi fikri geliyor aklına ve hemen parkla iletişime geçiyor. Parkın iznini alırsa resimlerini sergilemek için bir galeri yaptırmayı teklif ediyor ve kabul ediliyor. Galeri 1882’de açılsa da Marianne North gezintilerine ve resim yapmaya devam ediyor ve döndüğünde de galerideki resimleri coğrafi olarak sergilemeye karar veriyor. Böylelikle galeri ikinci ve son açılışını 1886’da yapıyor. Müthiş bir kadın, müthiş bir hikaye ve gerçekten müthiş resimler var bu binada anlayacağınız.
Royal Botanical Gardens’da kırk binin üzerinde bitki çeşidi bulunuyor ve kırktan fazla tarihi değere sahip binayı bünyesinde bulunduruyor. Palmiye mi görmek istiyorsunuz? O zaman sizi Palm House’a alacağız. Ağaçların üzerinde mi yürümek istiyorsunuz, o da mümkün! Canınız Japon bahçesi görmek isterse bir anda, onu da yapabilirsiniz. Göllerde salına salına gezen ördeklerden, şarkılarıyla yüzünüze gülücükler konduracak rengarenk kuşlara, bir anda önünüze çıkıp pofuduk kuyruğuyla selam çakıp giden sincaplardan çeşitli kelebeklere kadar bir sürü canlı yaşıyor burada. Ah bir de Henry Moore heykeli var! Yazmakla bitmeyecek bir park bu anlayacağınız. Londra’ya geldiğinizde mutlaka ziyaret edin, sakın göz ardı etmeyin derim. Detaylı bilgi için de web sitesini ziyaret edebilirsiniz: Kew
Aşağıda da fotoğraflarını çektiğim sincap var. Önce cipslerimi yedi. Sonra yanıma gelip paketi çalmaya çalıştı. Gülmekten karnıma ağrılar girdi tabi.