İstanbul’u bırakıp Londra’ya gelişimizin üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Nihayet buradayız! Biraz talihsiz ve bol hüzünlü bir veda ettik İstanbul’a. Ancak Londra’nın bizi keyifle karşıladığını söyleyebilirim. Buraya geldiğimden beri tanıdığım tanımadığım birçok insan Londra’da ev bulma sürecinin nasıl olduğunu sordu. Ben de kendi gülünç hikayemi paylaşmaya karar verdim.
Londra’da ev bulmak hem sizin nasıl bir insan olduğunuza göre hem de ne kadar bütçeniz olduğuna göre kolaylaşıp zorlaşabilen bir durum. Biz Türkler ya da İngiliz olmayan herkes için bütçeyi zorlayan kısım altı ay ya da bir yıllık kirayı peşin ödeme gerekliliği. Elbette bir de Londra’nın pahalı oluşu. Gerçi bu da ilk geldiğinizde kirayı TL’yi pounda çevirerek ödediğiniz için pahalı gelecek yoksa para kazanmaya başladıktan sonra kira bedeli İstanbul’dan ucuz diyebilirim. Peki nasıl bir insan olduğunuzla ev bulmak nasıl kolaylaşıp zorlaşacak? Kararsız bir insansanız tahmin edebileceğinizden çok daha zorlanacağınıza emin olabilirsiniz. Çünkü Londra gerçekten kocaman bir şehir ve her semtinin kendine has, hoş bir tarafı var. Elbette siz de herkes gibi merkeze yakın olmak isteyeceksiniz, evin metroya yakın olması da çok önemli tabi. Bir de aç kalacak haliniz yok etrafta marketler, küçük şirin kafeler olsun isteyeceksiniz. Eğer çocuğunuz varsa okullara yakın olmanız da çok önemli. Ah yeri gelmişken bir de parkınız olmasın mı? Ve daha nicesi…

Ben geleyim bizim hikayemize. Ankara Anlaşması’na başvurmadan önce turist olarak Londra’yı, Cambridge’i ve o güzelim Bath’ı ziyaret ettik. Gönlümüz Bath’ta kalsa da dedik ki en az bir yıl Londra’da yaşayalım ve bu şehri keşfedelim. Şimdi diyorum ki iyi ki Londra’dayız, bu şehri kolay kolay terk edebileceğimi pek sanmıyorum. (Bu da ayrı bir yazı konusu olsun.) Turist olarak geldiğimizde Londra’da sadece sekiz gün geçirebildik ve bu süre içinde ne yazı ki çok bir yer göremedik. Ben semtleri dolanmak yerine müzelerde vakit geçirdiğim için sadece birkaç yer hakkında biraz bilgi edinerek döndük eve. Ancak ulaşımı az çok çözdüğümüz için Londra’nın neresinde yaşarsak yaşayalım, her şeye ulaşımımız olduğunu çok iyi anladık. Bu yüzden merkez ya da merkezin hemen dibinde yaşamak yerine diğer kıstaslarımıza uyan bölgeleri değerlendirdik. Benim en önemli kıstasım güvenlikti. Dolayısıyla Londra’nın en güvenli bölgelerini araştırırken karşıma çıkan ilk isim Richmond’ı hemen daha derin bir incelemeye aldım. Richmond araştırdıkça daha çok hoşuma giden bir yer olmaya başladı. Eşimi de ikna ettikten sonra burada yaşamaya karar verdik. Daha Richmond’ı görmeden burada yaşamayı kafama koymuştum anlayacağınız. Ankara Anlaşması vizesini aldıktan sonra da Richmond’da bir otel ayarladık ve ev bakmak için iki haftalığına Londra’ya geldik. Dedik ki ilk üç gün Richmond’da kalalım ve burayı keşfedelim, zaten az çok bölgede nerede yaşamak istediğimizi çözeriz ve hatta ev bile buluruz. Şimdi dönüp bakınca ne kadar saf olduğumuza inanamıyorum. Neyse.

Richmond’a varır varmaz ne kadar isabetli bir karar verdiğimi anladım. İnternette gördüğüm kadar güzelmiş gerçekten. Eh tabi atladığım bir şey vardı, Richmond gerçekten pahalıydı! İlk yedi gün Richmond ve civarında yaklaşık yirmi, yirmi beş tane ev gezdik. Kimilerine aşık oldum kimilerini görür görmez içinden çıkasım geldi. Elbette bu arada arkadaşlarımızla buluştuk, ondan bundan fikir aldık. Durum böyle olunca ‘Richmond olmayacak galiba, hadi başka bölgelere ev bakmaya gidelim’ dedik. İşin ilginci Richmond’dan sonra gördüğümüz ilk yerde bir hırsızlık olayına şahit olduk ve dedik ki ‘Ah beee! Richmond’da hiç böyle şeyler olmuyordu!’. Neyse efendim Londra’nın kuzeyinde birkaç yer daha gezdik, evlere baktık. Ben küçük bir sinir krizi geçirip yolun ortasında ağlamaya başladım. Hem yorgunluk, hem hayal kırıklığı hem de hiç bilmediğimiz bir şehirde kendimize yuva aramanın o saçma sapan hissiyatı beni gerçekten çok hırpalamıştı. Burada geçirdiğimiz her gün bütçemizi zorluyordu ne de olsa. Ama en çok da yorgunluk! Neyse, uzatmayacağım. Biz yine ne yaptık ettik Richmond’a geri döndük. Kaç gün boyunca yüzünü göstermeyen güneş, Richmond’a gittiğimiz gün ışıl ışıldı! Tamam dedim bunu bir işaret olarak görüyorum ve bugün Richmond’dan ev buluyorum! Zaten bulmak zorundaydık çünkü ertesi gün tüm İngiltere Christmas tatiline girecek ve yaklaşık bir hafta ortalıkta görünmeyecekti. Nitekim o gün evimizi bulduk ve emlakçımızın mesai saatinin bitmesine 5 dakika kala kontratı imzaladık. Her şeyimiz gerçekten en son dakikada tamamlandı.

Kontratı imzaladıktan sonra ne kadar rahatladığımızı anlatamam. Artık sabahın köründe otelden çıkıp ev aramayacaktık! Güle oynaya İstanbul’a döndük, yılların birikimi tüm eşyalarımızı teker teker sattık. Ailemizle, arkadaşlarımızla vedalaştık. (Ah aslında bu da tamamen ayrı bir yazı konusu ancak tekrar çok ağlayacağım diye pek yazasım yok açıkçası.) Yanımızda sadece kıyafetlerimizin ve pasaportlarımızın olduğu valizlerimizle Londra’ya indik. İndik ama gelin görün ki evimizin anahtarı emlakçıda ve emlakçı çoktan kapandı! Hoş evin anahtarı bizde olsa kaç yazar, evde kırık bir tabure bile yok. Neyse ki üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaşımın (eski) erkek arkadaşı Andy bize çok yakın bir yerde ev tutmuştu. Ne zaman geleceğimizi sorduktan sonra bir de bizi havaalanından almayı teklif edince ne kadar mutlu oldum anlatamam. Bir de anahtarımız olmadığını anlatınca elbette bende kalın demekten başka çaresi kalmadı.

Burada daha anlatamadığım, anlatsam sayfalar sürecek bir sürü şeyle karşılaştık. Polise kaydolma hikayemiz ayrı, bir eve depozito verip sonradan depozitoyu geri almaya çalışmamız ayrı (ne yaptık ettik aldık!), bize ev kiralamak istemeyenleri tutun da, sırf İngiltere’de hiçbir geçmişimiz yok diye daha bizi telefonda reddeden emlakçılara kadar çok şey gördük. Hemen milliyetçi damarınız kabarmasın. Aynı şeyi her yerde yaşıyor insanlar. Türkiye’de de yapıyoruz bunu, Uruguay’da da yapıyorlar. Pek takılmamak lazım dedik, iyi de ettik. İngiltere’nin en büyük emlakçılarından çok sevdiğimiz bir ev kiraladık sonunda. Dediğim gibi Londra’da ev bulmak sizin nasıl bir insan olduğunuza ve bütçenize göre kolaylaşıp zorlaşıyor. Benim önerim kendinize iyi davranmanız olur. Kendinizi yırtsanız da bazı şeyler olacaksa oluyor, olmayacaksa olmuyor.

Şimdilerde eve yavaş yavaş kuruluyoruz. Her gün yeni bir komşuyu keşfediyoruz. Ah hatta geçen gün evin önünden iki tane tilki geçti! Pencereden baktığımda hep hayalini kurduğum yeşillikleri görüyorum. Kimi yapraklarını dökmüş, kimi hala yemyeşil koca koca ağaçlar göz kırpıyor bana. Kuşların sesini duymaya doyamıyorum. Hala çok eksiğimiz var, hala bir banka hesabı açamadık (bu gerçekten apayrı bir yazı konusu), hala evimizde kahvaltı yapamadık. Olsun. Hepsi yavaş yavaş olacak. Buradayız.