Hani bazı yazarlar vardır , ismini sürekli duyarsınız ve fakat bir türlü okuyamazsınız. Bir zaman sonra artık o kadar çok duymuş ve dinlemişsinizdir ki yazarın neredeyse iki üç kitabını okumuş gibi hissedersiniz… Raymond Carver da benim için o yazarlardan biriydi. Nihayet bir öykü kitabını okuyabildim. Hakkında neden bu kadar çok şey duyduğumu gayet iyi anladım. Hatta bana kalırsa az bile duymuşum ismini.
Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz ismiyle insanı yanıltabilecek öykü kitaplarından. İnsanda biraz aşk dolu bir kitap okuyacağı hissi uyandırsa da öyküleri hiç de öyle değil. Bu da elbette mükemmel bir durum! Raymond Carver o kadar iyi bir öykücü ki çoğu yazarın onlarca sayfada anlatmaya çalışacağı şeyleri bir iki paragrafta özetleyebiliyor. İki karakterin tüm geçmişlerini bir paragrafta enfes bir şekilde anlayabilince de şaşırıp kalıyor insan. Kirli gerçekçilik tarzında yazan yazarın öykülerine empati kurmak da hayli kolay. Sıradan insanların sıradan hayatlarından parçalar sunuyor hepsinde. Ancak işte sadece iyi edebiyatçıların yapabileceği gibi bu sıradanlık sanki büyülü bir şeymişçesine etkiliyor insanı. Raymond Carver o kadar yalın ve çarpıcı bir şekilde yazıyor ki her cümlesinden etkilenmemek elde değil. 17 öyküsünün yer aldığı Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz mükemmel bir öykü kitabı arayanlar için birebir olabilir diye düşünüyorum. Her öykü birbirinden farklı ve insanda bambaşka bir etki bırakıyor. Üst üste okuyunca biraz kendinizi kaybedebilirsiniz, şimdiden belirteyim. Öykülerin aralarına bir şeyler sıkıştırmanızı öneririm. Keyifle ve mutlaka okuyun!
Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz tanıtım yazısı
Derken o cumartesi sabahı, durumu yinelediğimiz bir gecenin ardından uyandık. Gözlerimizi açtık ve yatakta dönüp birbirimize iyice baktık. İkimiz de o an anladık. Bir şeylerin sonuna gelmiştik ve önemli olan, nereden yeni bir başlangıç yapacağımızı bulmaktı. Kalkıp giyindik, kahve içtik ve bu konuşmayı yapmaya karar verdik. Hiçbir şey sözümüzü kesmeyecekti. Ne telefon. Ne müşteriler. Teacher’s’ı işte o zaman aldım. Kapıyı kilitleyip buz, bardaklar ve şişelerle üst kata çıktık. İlk olarak renkli televizyon seyredip biraz oynaştık ve alt katta çalan telefonu umursamadık. Yemek için odadan çıkıp otomattan peynirli cips aldık. Tuhaf bir şekilde her şey olabilecekken, her şeyin zaten olduğunu fark ettik.
Yaşamın acı yüzüyle bu kadar erken tanışmasaydı, kuşkusuz yine yazar olurdu ama hiçbir zaman okurları tarafından böyle sahiplenilmezdi Raymond Carver. Gençlerin haytalık yapıp havai aşklar kovaladığı yaşlarda o evli ve iki çocuk babasıydı. Hayatı öğrenmenin yolu, bulduğu her işte çalışmaktı. Benzincide çalıştı, hademelik, garsonluk yaptı. Yaşananlar, kâğıda döküldüğünde bazen Çehov tadındaydı, bazen Kafka… İnsanların yaşamlarında barınan, gizlenen öyküleri, yalın, gerçekçi, acıtan şiirsel bir dille yansıttı. Yenilenler içkiye sığınırken, kısa öykü türünü yeniden var eden Carver, her başarısında içti, çok içti, ölümüne içti…
Buradan satın alın: Raymond Carver – Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz
Bu kitapla ne içilir: Viski!
Bu kitapla ne dinlenir: Miles Davis
Kitap yorumu ilk olarak Can’la Bir Sene‘de yayımlanmıştır.