Şu yaşıma geldim (inanın çok olmasa da az da değil bence) bugüne kadar hiç Paul Auster okumamıştım. Birkaç gün önce nihayet önemli kitaplarından biri olan “Görünmeyen”i (ne yazık ki Türkçe çevirisini) okudum ve bu zamana kadar Paul Auster okumadığım için birazcık pişman oldum, birazcık.
Paul Auster ve karakterleri
Hani romanda kendinizi bulduğunuz bir karakter olur ve hemen özdeşleşirsiniz, o zaman kitap daha da bir güzelleşir, sayfalar daha bir hızlı geçer… İşte ben de, suskun ihtişamıyla insanı geren, yemek yapmayı seven ve sevişmekten tam da benim gibi bahseden, seksi benim gibi algılayan Margot oldum. Konuşmak eylemini her zaman çok itici bulmuşumdur. Olabildiğince az konuşan ve hatta sadece gerektiği zaman konuşan biriyim galiba. İlgilendiğim konularda hararetli tartışmalar yaptığım çok oluyor elbet, ancak sadece o kadar. Margot’un da konuşmaması, etrafına karşı kayıtsız oluşu, sanki ruhunun bedeninde değil de uzakta bir yerlerde piknikteymişçesine yaşaması, beni yalnız olmadığımı düşündürtecek kadar sevindirdi. Her neyse! Margot’un söylediklerini, yaptıklarını satır satır sevgilimle paylaştım. Karşınızdaki de sizin kadar heyecanla dinleyip, sizin kadar çarpılıyorsa yazılardan, mutlu oluveriyorsunuz. Hele ki sevgili, kendinizi yakın hissettiğiniz o karakterin size benzediğini söylediğinde gözleriniz parlıyor. Garip bir his tabi. Böyle kitaplar (ne yazık ki) kolay bulunmuyor.
Paul Auster’ın karakterleri oldukça… canlı. Kimisinden nefret edip, kimisine hayran kalıyorsunuz. Konu çok çarpıcı olmasa da merakınızı sürekli dürtüp, sizi gözleriniz kızarana kadar okumaya sürüklüyor. (ya da benim çok okuyasım var?)
Kimler okusun?
Şimdiye kadar Paul Auster okumamış her “insan”.
Kimler okumasın?
Toplumsal yargılara gönülden bağlı koyunlar, at gözlüğü takanlar, konu seksten açılınca kızarıp bozaran, gay denilince deliye dönen travestiler. (öptüm. kib)
Kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Paul Auster – Görünmeyen
Paul Auster’ın yeni romanı Görünmeyen, dünya eleştirmenlerinin değerlendirmesinde yılın en iyi kitapları arasına alınmakla kalmadı, yazarın en önemli romanı olarak da tanımlandı. Paul Auster bu romanında gerçekle bellek, yazarlıkla kimlik arasındaki belirsiz sınırı irdeleyerek “Amerika’nın en görkemli yaratıcı yazarlarından biri” tanımını gerçekten hak ettiğini bir kez daha kanıtlıyor.
1967 baharında New York’ta başlayan roman, iç içe geçen dört bölüm boyunca Paris’e ve Karayip Adaları’na kadar uzanan karmaşık bir ilişkiler zincirini anlatıyor. Şair olmak isteyen üniversiteli Adam Walker, siyasal bilimler profesörü Rudolf Born ve sevgilisi Margot ile başlayan aşk üçgeni, Walker’ın ablasını, Born’un üvey kızını da içine alan dörtgenlere, beşgenlere dönüşüyor. Vietnam savaşına öfkeli 68 Kuşağı’nı, enseste kadar varan coşkulu bir cinsel açlığı, sürekli bir adalet arayışını felsefi göndermelerle ören Görünmeyen, bir solukta okuyacağınız ve unutamayacağınız bir başyapıt.