Oruç Aruoba, seni hep sevdim!

Lisedeydim, çoğu genç kız gibi aşk acıları içinde kıvranıp duruyordum. Parmaklarım uyuşana kadar yazılar yazıp sabahı buluyordum. Ankara’nın kasvetli havası da hiç yardımcı olmuyordu… Birkaç ay bu sersem durum hiç bitmeyecekmiş gibi devam etti, derken Oruç Aruoba girdi hayatıma. Hayatımı şundan öncesi ve sonrası diye kategorilediğim, bölümlere ayırdığım çok nadirdir. Ancak “İle” adlı kitaptan sonra, aşka ve ilişkilere dair düşüncelerimin asla aynı kalamayacağını anladım. Kitabı okuduğum o geceden sonra, ne bir sızı kaldı o aşk sandığım şeye dair ne de bir pişmanlık. Bir anda büyümüştüm sanki. Kendi hislerimden çok, ne oluyor ya da ne olamıyor sorunsalına takılıp, aslında yaşamak yerine sadece birilerinin hayatlarında küçücük bir varoluş gösterdiğimin farkına varmam açısından oldukça acılı bir gece olsa da, birilerini sevebilme gücüm -ya da kabiliyetim de diyebilirim- olmasına, en içten, en saf şekilde kendimi birilerine adayabilmeme sevinip, kendimi daha bir sevmiştim. Her neyse!

Oruç Aruoba, İle

Oruç Aruoba ve İle

İle; farkına vardırıyor, düşündürtüyor, ara ara üzüyor, ara ara haklı çıkartıyor… Bazen, bazı cümlelerini sindirmeniz için de zaman istiyor, durup düşünmeniz için bolca noktalama işareti kullanıyor, daha güzel daha insanca anlatıyor. İçli ve bir o kadar da aklı başında bir anlatıcıyı dinler gibi okuyorsunuz kitabı. Sakin sakin, rakı eşliğinde dingin muhabbetler misali…

İnsanların ya çok sevdiği ya da bir türlü sevemediği yazarlardan Oruç Aruoba. Kendi adıma, ona zamanında büyük bir aşk beslediğimi söyleyebilirim. Öyle bildiğimiz aşklardan (o her neyse işte!) değil elbette, düşüncelerine, cümlelerine, noktaları virgülleri kelimeler arasına yerleştirişine aşıktım. Yaş ilerledikçe ve aşklar daha mantıklı ve dingin bir hale geldikçe, Oruç da yerini daha başka yazarlara bıraktı. Arada kitaplığımdaki onca kitabına takılıyor gözüm. Açıp birkaç sayfa karıştırmaya çekiniyorum. O coşkulu zamanlar daha gençkendi, denizi dalgalandırmanın bir alemi yok sanırım. Yine de, en sevdiklerimden bir parçayı en azından kendim için paylaşacağım.

“Kabullenme ve güvenme” üzerinde durmuşum (hep çıkıyordu bunlar, birer sorun olarak, ortaya, değil mi?) — sana güvensizlik duymamın —sana güvenmememin— kendime güvensizliğimin sonucu olabileceğini de düşünmüşüm:-
İlişkimizin sağlamlığına tam (gene!…) inansaydım, sana da tam güvenirdim — ‘aldatılmak’ da aklımın ucundan geçmezdi; kendime de, senin ile olan ilişkim içinde, güvensizlik duymazdım. Ama, işte, senin ilişkimizi —bizi— tam olarak, olduğu gibi ve olması gerektiği gibi, kabullenmekte eksik kaldığın sonucuna vardığım durumlarda; o ‘kuşku kurdu’ başuzatınca, bilgi eksikliğim, kıskançlık olup çıkıyordu.
İlişki, sallantılı hâle geliyordu.”

Oruç Aruoba

Kimler okusun?

Genç insanlar okusun derim en başta, neyin ne olduğunu ya da aslında nasıl olması gerektiğini daha bir insanca görebilmek için. Herkes en az bir Oruç Aruoba kitabı okumalı nihayetinde, İle ya da bir başkası…

Kimler okumasın?

Şiirsel metinlerden hoşlanmayanlar diyeceğim ama pek içime sinmeyecek, herkes Oruç Aruoba okumalı gerçekten…

Kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Oruç Aruoba – İle

En başta zorunlu olan, yaşamdır: üslup yaşamalıdır. Üslup, her seferinde, senin kendinle ilgili bildirimde bulunmak istediğin çok belirgin bir kişi bakımından, sana, uygun olmalıdır. Yazmaya kalkışmadan önce, şunu tam olarak bilmelidir. “Bunu söylüyor olsaydım, söyle konuşurdum”. Yazmak yalnızca bir benzetilme olmalıdır.

Menüye dön