Bilge Karasu’nun Ne Kitapsız Ne Kedisiz adlı kitabını uzunca zaman okumadım. O kadar çok kişi önerdi ki (blogumun ismi ve kedi sevgimden olsa gerek) bir anda buz gibi soğudum kitaptan. Ne şapşallık! Neler kaçırmışım bu zaman kadar haberim yok. Neyse ki inadımı kırıp okudum sonunda. Siz de hala okumadıysanız, şapşallığın lüzumu yok demekle yetinebilirim.
Bilge Karasu’yu sevmemek gerçekten çok zor, sevmekse o kadar kolay! Yazdıklarında kendimi bulup durmam bir yana, durup durup yine kendime dışarıdan bakabildiğim için sevdim. Ne güzel bir adam bu diye diye sevdim. Pek küçükken Gece‘sini okuyup da anlayamamıştım, kafa da yormamıştım. Tekrar okumak lazım!
“Yaşam durmadan çözülüp bağlanan, bununla birlikte aynı biçimden, kalıptan, karşılıklı konum düzeninden bir ikinci kez geçmeyen bir gidişse, anılarımızı pehpehleyelim, anlatalım, kullanalım canımız istiyorsa; ama onlardan koltuk değnekleri çatmayalım kendimize.”
Bilge Karasu’nun Metis Yayınları’ndan çıkan Ne Kitapsız Ne Kedisiz adlı kitabının tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya!
Ona bakıyorum. Susuyor. Önüne bakıyor. Çocukluğundan beri bu oyunu oynar: Gözetlenme oyununu.Önceleri belki bir suçlulluk duygusuydu bu: Kendisine dikilen göz Tanrının, anasının, büyüklerden birinin, sevmediği birinin gözü olur, kınardı o anda yaptığını. Adı konmadan yaşanırdı bu suçluluk. Şimdi ise gerçekten bir oyun: kimi dakikayı, bakan, gören varmış gibi yaşamak… Karasu kendi kendinden birşeyler anlatır, gözetlenme oyunu da o sıra oynanır. Bakan göz o anlatılanı dinlemektedir. Nasıl gözse!…İşte bundan ötürü bakıyorum ona, baktığımı biliyor, susuyor, önüne bakıyor. Ne düşündüğünü bildiğimi biliyor.
Comments are closed.