The Solitary Vice: Against Reading Mikita Brottman’ın okuduğum ilk ve kesinlikle son kitabı olacak. Bir kitabın ilk bölümlerini sevdiğimi, yarısından sonra da katiyen katlanamadığımı hiç hatırlamıyorum. Benim için bir ilk oldu diyebilirim.
Dediğim gibi The Solitary Vice: Against Reading’in ilk birkaç bölümünü okumaktan keyif aldım. Kitaplar, edebiyat, okumak ve okumamak hakkında güzel sorular soruyor ve anket sonuçlarını paylaşıyordu. Derken kitap birden bire Mikita Brottman’ın kişisel zevklerini anlatan neredeyse bir günlük haline geldi. Kişisel zevkleri arasında da ünlülerin dedikodu kaynayan biyografilerini ve cinayet, ölüm, vahşet konulu kitapları okumak varmış. Bunların insanlara ne gibi iyi şeyler kazandırabileceğini ballandırarak sayfalarca -gerçeken say-fa-lar-ca- anlatıyor. Konu klasiklere gelince de sıkılabilirsiniz, bu kitapları anlamayabilirsiniz, sıkıldığınızda okumayın, boşverin diyerek geçiştiriyor. Size katabilecekleri de var elbette demesine rağmen ille de sıkılacağınızı ve kitaptan zevk almayacağınızı belirtmeden edemiyor.
Kitap bireysel okumanın dışına çıkmıyor. Ne kitap kulüplerinden, ne internette bir araya gelmiş okurlardan ne de okumanın sosyal bir aktivite haline gelmesinden bahsediyor. Kitabın başlığı okuma illeti olunca insan okuma eylemiyle ilgili daha fazla bilgi istiyor ne de olsa… Bir de, Mikita Brottman kişisel zevklerini gözünüze sokmak dışında bir şey yapamıyor. Brottman’ın kişisel zevkleri eğlendirici olsa hadi yine okunabilir diyeceğim ama ünlülerin ya da yazarların ne tür pis boşanmalar geçirdiğine dair bir kitap okumak istemem. Bunun bana “ay ünlüler de acı çekiyor demek ki onlar da normal ayyy ne güzel” dedirteceğini ya da içsel bir rahatlama getireceğini de hiç sanmıyorum. Ne yazık ki Brottman bu tür kitapların bu tür faydalar sağlayacağına içtenlikle inanmış durumda. Bu tür kitapları okumaktan çekinmeyin, zevklerinizden utanmayın demek istiyor aslında ama bunu fazlasıyla abartarak, utanmayın hatta övünün bakın ne çok faydası var diye aktarıyor. Ölümle, cinayetle olan saplantısı ve sevgisine hiç değinmeyeceğim. Sizin de zevkleriniz bu yöndeyse ve bundan utanıyorsanız okuyun derim. Yoksa elinize bile almayın.
Kitabın sadece çok az bir bölümüyle ilgili tanıtım yazısı aşağıda, hala almak istiyorsanız da buraya.
Mikita Brottman, okurun okuma eylemi ve kitaplarla ilişkisini çok boyutlu olarak inceliyor ve okumanın neden bu kadar harika bir şey olduğunu merak ediyor. Ardından ekliyor: “Okuma kendi içinde her zaman iyi bir şey midir gerçekten?”
Okumak yalnız yapılan bir eylemdir ve önemli sosyal beceriler geliştirmek için kullanılabilecek zamanı çalar. Okumak, sağlık, mutluluk ya da sevgi dolu bir aile için gerekli değildir. Brottman, okumayanların umutsuz bir hayata ve zihinsel zayıflamaya mahkûm olduğu nosyonunu korkusuzca ele alırken, okumanın değerinin Alzheimer’ı yenmesinde ya da hoşa giden bir hobi olmasında yatmadığını vurguluyor. Daha ziyade, iyi bilinen, yalnız başına yapılan bir diğer eylem yani mastürbasyon gibi, okumanın da nihayetinde bir zevk eylemi değil, bir kendini keşfetme aracı, insanların dünyayı başkalarının gözlerinden görmesine ve insani durumun karanlıklarının derinliklerine yolculuk etmesine imkân tanıyan bir araç olduğunu ileri sürüyor.
Başlığın da vurguladığı gibi, Brottman zevk için okumayı savunurken okumak ve bir dizi içgüdü, dürtü ve nevroz (röntgencilik, ünlülere tapma, suçluluk, tecrit ve “gerçeklik karşısında ciddi hayal kırıklığı”) arasında sıkı ve ciddi bağlar olduğunu söylüyor. Keskin gözlemler, kıvrak bir üslup ve çok çeşitli konularla, Brottman nadir bulunan bir ustalık sergiliyor.
“Okumak kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar mı? Ölümüne okumak mümkün müdür? Okunması zorunlu kitaplar var mıdır? Okumak mastürbasyon yapmaya benzer mi?”
“Başlangıçta öyle görünmese de… mastürbasyonun ve okumanın birçok ortak özelliği var. Her ikisi de yalnız başına, mahremiyet içinde ve genellikle geceleri, uykuya dalmadan önce yatakta yapılır. Tüm dikkatinizi üstlerine toplayan eylemler oldukları için, her ikisi de boş vakitlerde, tadı çıkarılarak yapılır. Her iki uğraş da aceleye getirilmez; ikisi de fantezilerinizi ve hayal gücünüzü devreye sokar.”