İsis Rahibesinin Esrarı – Elizabeth Peters

İsis Rahibesinin Esrarı Elizabeth Peters’ın çılgıncasına okuduğum Mısır polisiyelerinin beşinci kitabı ve benim için de bu senelik son kitabı olacak. Sonuçta gerçekten başka yazarlara ve kitaplara da zaman ayırmam gerek ve zaten dilimize çevrilen son kitap da bu ne yazık ki. Ah ama çok açıkça söylemem gerek, bu seriyi ve içindeki tüm karakterleri teker teker çok özleyeceğim.

İsis Rahibesinin Esrarı’nda Amelia, Emerson ve ‘Ramses’ Walter Mısır yerine Londra’dalar! Kitabı özellikle bu yüzden biraz daha fazla sevdim diyebilirim çünkü yakın zamanda Londra’yı ziyaret ettiğimden kitapta adı geçen çoğu yeri gözümde canlandırabildim ve bu da okuma deneyimime çok şey kattı. British Museum’da gerçekleşen gizemli cinayetler ve Antik Mısır kıyafetleri içinde ayin yapan bir adamın yarattığı sansasyona elbette Amelia Peabody karışmasa olmazdı. Serinin en tuhaf gizemlerinden biri bu kitapta desem abartıyor olmam sanırım. Seriyi okuduğum süre boyunca her kitap yorumunda yazdığım gibi gerçekten çok keyif aldım. Edebiyatın en iyi kitaplarından değiller kesinlikle ancak Elizabeth Peters polisiyeyi diğer öğelerle çok güzel bir araya getiriyor ve okurun eğlenmesi gerektiğini de unutmuyor. İlk kitabı alın okuyun, hoşunuza giderse size çok iyi gelecek bir seriyle harika zamana geçireceksiniz demektir. Hoşunuza gitmezse de en azından bir kadının şemsiyesiyle neler yapabileceğini öğrenmiş olursunuz. Keyifle!

Elizabeth Peters

Oğlak Yayınları’ndan çıkan kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: İsis Rahibesinin Esrarı – Elizabeth Peters

Elizabeth Peters’ın Mısır Polisiyeleri dizisi okuyanın nefesini kesen, heyecanlı, eğlenceli ve romantik bir macerayla devam ediyor: İsis Rahibesinin Esrarı.

Maskeler takıldı, purolar mangallara atıldı. Sunağa yayılmış olan adam kalkıp cübbesini düzeltti. (…) İbis başlı Thoth’un yine bana yaklaştığını gördüm. (…)

Uzun boylu bir adamdı, tepemde kule gibi yükseliyordu. Güneş şemsiyemin sapını aradım. Ama adam ne konuştu ne de tehditkâr bir harekette bulundu, yanımda durup sunağa döndü. Puta doğru ellerini kaldırdı, daha önce yüce İsis’e etkileyici bir biçimde hitap etmiş olan sesi tanıyınca ensemdeki tüyler diken diken oldu.

Birden bağırdı. “Geliyor! Geliyor! Yüce olan geliyor!” Sonra derin bir saygıyla yere kapaklandı. Ama ilaha bakmıyordu. Balkonun altındaki gölgelerin arasından maskeli, beyaz cübbeli, omuzlarına sem rahibinin leopar derisini atmış biri çıktı. Nefesimi tuttum. Aradığım adam buydu. (…)

Zavallı kızın gevşek vücudu gözler önüne serilince adamlar ilgi ve takdirle mırıldandılar. Kıyafeti Eski Mısırlı kadınlarınkinin şaşılacak kadar iyi bir adaptasyonuydu ama soylu leydilerin zarif, pilili keten cübbesi yoktu üstünde. Bir hizmetçi ya da köle kız gibi giyindirilmişti.
“O seçilen kişi” dedi sem rahibi ciddi bir sesle.
“Tanrı’nın gelini.”

Bu kitap Oğlak Yayınları ve Ruhu Doyuran Kitaplar‘dan biri. Siz de bu okuma projesinde bana katılın; edebiyatın ve yemek kültürünün hayatımıza neler kattığını birlikte keşfedip keyfini çıkaralım.

Menüye dön