Nobel ödüllü yazar Heinrich Böll‘ün ilk romanı Trenin Tam Saatiydi, kısacık bir roman ama bıraktığı etki uzunca sürüyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde yazdığı bu kitap ile Böll, savaşı bir er gözünden oldukça çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Kendisi de geride insanlarını bırakıp savaştığından, anlatılanları daha bir dikkatle okuyor insan. Böylesi bir yazar gerçekten az bulunuyor diyebilirim.
Heinrich Böll ve etkileri
Daha kitabın ilk sayfalarından sarıveriyor sizi Heinrich Böll, sonuna kadar onunla olmak dışında da yapacak bir şeyi kalmıyor insanın. Hayata daha adımını bile atamamış kahramanımız ne yapacak diye düşünürken kitabın sonu geliveriyor. Savaştan nefret ediyor, bunca anlamsızlığına rağmen giderek büyümesine kızıyor ve insan olmaktan biraz daha utanıyor insan okudukça. Bolca sinirlenip bolca kızıyorsunuz dünyaya ve insanlara. Heinrich Böll oldukça akıcı bir dile sahip. Anlatmak istediklerini öyle içten öyle saf bir şekilde anlatıyor ki, kitabın içinde kaybolup savaşa girmenize sebep oluyor.
Güneşli hava kitabı olmasa da bir oturuşta okunabilecek, çevirisi de oldukça başarılı bir kitap Trenin Tam Saatiydi. Yok ben moralimi bozamam diyorsanız okumayın. Tarihle ilgileniyorum, bu da ayrı bir tat olabilir derseniz de hiç durmayın, okuyun bu kitabı. Edebiyat severler için de apayrı bir serüven olacağına inanıyorum. Şimdiden keyifli okumalar!
Kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Heinrich Böll – Trenin Tam Saatiydi
İkinci Dünya Savaşını bir piyade eri olarak yaşayıp “savaştan ve militarizmden daha saçma bir şey olamaz” kararına varan Heinrich Böll’ün bu kısa romanı, 1949’da yayımlandı. Alman ordusunun bütün cephelerde çökmeye başladığı günlerde, Andreas adında gencecik bir Alman eri cepheye katılma emrini alır. Kesin bir ölüme gittiğini kafasında bir saplantı olarak taşıyan Andreas, bindiği trenin bir ara istasyonda kaldığı saatlerde, bir randevu evinde genç bir Polonyalı kızla buluşur. Andreas ne kadar zorlama bir askerse genç kız da öylesine zorlama bir kiralık kızdır. İkisi arasındaki ilişki, bir cinsel buluşma olmaktan çıkıp gerçek bir sevgiye dönüşür. Bu arada, Andreas’ın alınyazısı olarak kabullendiği ölüm saati yaklaşmaktadır…