Birkaç sene önce, bir arkadaşımla kitaplar hakkında ineğe bağlamış bir şekilde muhabbet ederken birden bire aynı Murakami kadınlarına benzediğimi söylemişti. O zamanlar Murakami’nin kim olduğunu bilmediğimden bunun bir iltifat mı yoksa aşağılama mı olduğunu anlamayıp Google’da bulmuştum kendimi ve ardından kitapçıda… Birkaç gün sonrasında ise artık, alabileceğim en güzel ya da en kötü iltifatı almış bir kadındım; Murakami kadını!
İlk olarak The Wind-up Bird Chronicle adlı kitabını okudum Murakami’nin ve anında aşık oldum elbette. Daha önce okuduğum hiçbir şeye benzemiyordu ve evet aklımı başımdan aldı. Daha sonrasında saplantlı bir şekilde Murakami araştırmaya başladığımı hatırlıyorum. The Wind-up Bird Chronicle’dan esinlenip ve hatta bu kitap için yapılan bir albüm bulduğumda da pek şaşırmamıştım ki onu da bu adresten indirebilirsiniz. Murakami hakkında yazılıp çizilmiş her şeyi saatlerce inceliyor, heyecanlanıp kitapçılara koşuyordum. Elbette öğrenciyken öyle her şeye para harcayamıyor insan (şimdi çok farklı da sanki…), bakıp bakıp geri dönüyordum. Elime biraz para geçtikten ve sevgilim bana kitap almaya başladıktan sonra Norwegian Wood ve A Wild Sheep Chase’i peşisıra okuyup Murakami’ye biraz ara vermem gerektiğine karar verdim. Dünyasına kapılıp gidiyor insan çünkü ve başka hiçbir şey hakkında konuşmak istemiyorsunuz. Bu da tabii sosyal bir ortamda ilginç bakışları üzerinize çekmenize neden oluyor, pek hoş olmuyor özetle.
Haruki Murakami ve Trilogy of the Rat
Birkaç gün önce Dance Dance Dance adlı kitabını bitirdim ve yine Murakami dünyasında buldum kendimi, hemen başka bir yazara geçmem gerekiyor sanırım. Dance Dance Dance; tek başına da oldukça güzel bir kitap olsa da, öncesinde okunması gereken bir üçleme var. “Trilogy of the Rat” olarak adlandırılan üçlemede sırasıyla; “Hear the Wind Sing”, “Pinball, 1973”, ve “A Wild Sheep Chase” adlı kitaplar yer alıyor. İlk iki kitabı hiçbir yerde bulamadığımdan A Wild Sheep Chase ile başladım üçlemeye. Sabrın sonu selamettir; okuyacaksanız eğer sırasıyla gidin derim.
Özetle; Murakami’nin her kitabı güzeldir, karakterleri inanılmazdır, konuları sizi anında içine çeker ve sonunda kitaplarının ne zaman çevrileceğini araştırırken bulursunuz kendinizi. Türkçe çevirilerini hiç okumadım. Jay Rubin’in enfes İngilizce çevirilerine hayran olsam da, Japonca öğrenmeyi düşünmedim değil. Düşünsenize, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ının ya da Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının çevirisini okusaydık yine aynı zevki alır mıydık acaba?
Kimler okusun?
Okuyabilen herkes.
Kimler okumasın?
Okuma bilmeyenler. Sırf Murakami için öğrenmelisiniz diyebilirim sanırım.