Gölün Sırrı – Jenny Erpenbeck

Gölün Sırrı Jenny Erpenbeck’in okuduğum ilk kitabı oldu ve büyük ihtimalle aynı zamanda son kitabı olacak. Uzun zamandır deneysel bir üsluba sahip olan yazarlarla (çok nadir istisnalar hariç) anlaşamadığımı fark etmeme rağmen inatla okumaya devam ediyordum. Bundan sonra okumama kararı aldım. Belki ileride alışılmışın dışında üsluba sahip olan yazarlarla aram düzelir ve onları zevkle okuyabilirim. Ancak şimdilik kendime işkence çektirmemeye kararlıyım.

Gölün Sırrı Almanya’da bir evin hikayesini ve aslında bu ev üzerinden koca bir çağın ve insanların hikayesini anlatıyor. Savaşları, kayıpları, değişen düzenleri, ülkenin ikiye bölünmesi ve tekrar birleşmesini okuyoruz birbirinden ayrı hikayeler boyunca. Ancak yazar insanın içini kıyan savaş sahnelerine yer vermek yerine, daha incelikli detaylarla kaybedilenleri anlatmayı başarıyor.

Gölün Sırrı - Jenny Erpenbeck

Bu hikayeler arasında bir de Bahçıvan’ın hikayesini okuyoruz. Evin bahçesi ve etrafındaki koru ve göl ile ilgili haberleri de ondan alıyoruz. Yazar Bahçıvan’ı anlattığı bölümlerde tüm detaylarıyla çiçeklerden ve ağaçlardan bahsediyor. Bahçıvan’ın her gününü mevsim mevsim anlatıyor. Bir süre sonra Almanya’nın hikayesini anlatan bölümlerin arasına konuşmuş bu Bahçıvan bölümlerinin nedenini anlıyor okur. Ev ve evin sakinleri değişse de, doğa ve aslında bildiğimiz dünya asla değişmiyor. Çiçekler her bahar yine açıyor, fırtınalar her kış ağaçların dallarını yine kırıyor. Bahçıvan ise sürekli değişen hikayenin tek değişmeyeni olarak kalıyor. Okur olarak çok zaman Bahçıvan’a sığındığımı belirtmem gerek. Böylesi bir romanda bir değişmeyen karakter sığınılacak bir liman hissi verdi bana.

Gölün Sırrı’nda Bahçıvan karakteri dışındaki hiçbir karakterle doğru düzgün vakit geçirmediğimden hepsine eşit mesafede uzak hissettim. Bu sanıyorum yazarın özellikle yapmak istediği bir şeydi; bu dünyada her şeyin geçici olduğunu ve aslında yaşamlarımızın birer andan ibaret olduğunu kısa kısa bölümlerle çok net bir şekilde anlatıyor. Ve savaşın bu kısacık hayatlarımızı bir anda nasıl bir cehenneme çevirdiğini gösteriyor.

Gölün Sırrı sadece üslubu nedeniyle çok severek okuduğum bir kitap olmamasına rağmen bu üslupla yazılmasa milyonlarca savaş kitabından ne farkı olurdu diye düşündürdü beni. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’na dair romanlar ya da farklı üsluba sahip kitaplar okumak peşindeyseniz öneririm.

Ben Gölün Sırrı’nı İngilizce çevirisinden okudum, Türkçe çevirisine dair hiçbir fikrim yok. Ancak Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy’un kitabı konuştuğu aşağıdaki videoda çeviri üzerine çokça konuşuyorlar. Ancak Ayfer Tunç kitabın adının çevirisi ile ilgili çok güzel şeyler söylüyor, ona katıldığımı belirtmem gerek. Kitabı okumayacaksanız bile videoyu izleyin derim. Ayfer Tunç’u dinlemek her zaman enfes bir şey ne de olsa.

Helikopter Yayınları’ndan çıkan kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Gölün Sırrı – Jenny Erpenbeck

Roman sanatı geçtiğimiz yüzyılda büyük dönüşümler yaşadı. Olanakları sürekli olarak denendi, sınırları uç noktalara doğru genişletildi. İşte Erpenbeck’in Gölün Sırrı da yirminci yüzyılın bu deneysel çabalarının bir mirasçısı. İnsan okurken Fransız Yeni Roman geleneğini hatırlıyor: Özellikle de Sarraute’u, Claude Simon’u, Michel Butor’u. Gölün Sırrı, Berlin yakınlarındaki bir koruya yakın, göle hâkim bir evin hikâyesi aslında. Hikâyenin sabit unsuru ev; ama bu ev aracılığıyla, iki savaş arası Almanyası, 3. Reich, Nazizm, Doğu Almanya tecrübesi ve şimdiki zaman şiirsel bir anlatımla birleşiyor. İnsanlar geliyor, geçiyor; hayatlar kuruluyor, hayatlar dağılıyor; açıkçası, bu romanla Erpenbeck, doğanın insani bir tarihini kurmayı beceriyor. Ne kadar da eğretiyiz bu dünyada.

Menüye dön