Emily Bronte – Uğultulu Tepeler

Emily Bronte… Yıllarca inatla okumadım, okumayacağım diye tutturdum. Gelin görün ki “Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap” listesine tam gaz başladığım için, önce klasikleri aradan çıkarayım diğer kitapları nasıl olsa okurum diyerek aldım elime kitabı. Günlerce elimde süründükten sonra nihayet bitirebildim. Yaklaşık beş yüz sayfa olan bir kitap nasıl oldu da bana beş yüz bin sayfaymış gibi geldi işte size bunu anlatamayacağım. Tüm iyi niyetime ve gerçeküstü çabama rağmen ne yazık ki Uğultulu Tepeler’i sevemedim.

Yıllar sonra gelen kısa açıklama: Evet, hala sevmiyorum Emily Bronte’yi, sanırım hiç sevemeyeceğim. Ancak İngiliz edebiyatına çok aşina bazı akademisyen ve akademisyen kıvamında okurlarla tanıştıktan sonra bu yazıyı okuyunca kendime çok güldüm açıkçası. Belki biraz daha derin bakıp, daha sakin bir yorum yapabilirmişim. Ancak işte, o zaman blog yazmanın ne anlamı kalıyor? Yazıyı özellikle değiştirmiyorum, ileride tekrar dönüp gülümsemeyi planlıyorum.

Emily Bronte’nin ilk ve tek kitabı olan Uğultulu Tepeler 1845 ve 1846 yılları arasında yazıldı. 1847 yılında ise Ellis Bell takma adıyla yayınlandı. Emily Bronte bir sene sonra 30 yaşındayken hayata veda etti. Kardeşi Charlotte Bronte Emily’nin ölümünden sonra kitabı elen geçirerek tekrar yayınladı.

emily bronte wuthering heights

Bir kitabı sevmek için mutlaka içindeki karakterleri sevmeye gerek duyan bir insan değilim. Hatta çoğu arkadaşım kalın kalın Rus romanlarına dayanamazken ben büyük bir zevkle okurum onları. Karakterleri sevmesem de ister yazarın dili ister konu olsun beni alır götürür. Ancak Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler adlı kitabında zevk alacak bir tek şey bile bulamadım. Bir de kitap için romantik diyorlar ki bunu da hiç anlamadım. (“edebiyatta romantizm”den anlamayan insanlar diyor bunu; türünden bahsetmiyorum. Örn; ay çok romantik bir kitaptı bu! Bayılırım aşk romanlarına!) Deli insanların yaptığı saçma sapan şeyler romantiklik mi oluyor? Mezar kazmak, kadın dövmek, insanları bir yerlere hapsetmek? Tamam hadi deli değiller diyelim (ki deli olsalar belki kitap daha keyifli bir hale gelebilirdi) dertleri ne o zaman? Tamam aşktır, kıskançlıktır, yoksulluktur, cehalettir vesaire bunlar kitapta karakterler üzerinden detaylıca işlenmiş ancak insanın hiç de inanası gelmiyor. Bir de Emily Bronte’nin bu karakterleri yaratırken etrafındaki gerçek insanlardan çok etkilendiği belirtiliyor, hayret ettim doğrusu. 

emily bronte wuthering heights

Emily Bronte ve korkunç karakteri Heathcliff

Uğultulu Tepeler’in karakterleri de ne yazık ki neden onların hikayesini dinlememiz gerektiğini bir türlü anlatamıyor; ya küsüyorlar ya mızmızlanıyorlar ya da sinirleniyorlar falan filan. Çekilecek çile değil anlayacağınız. İnanamadığım bir diğer şey ise kadınların Heathcliff ‘e hayran olması. Umarım kitap yüzünden değil de filmi ya da dizisi yüzündendir. Dizide Tom Hardy ve filmde de Ralph Fiennes oynadığı için bu saçma karakter kadınlara çekici gelebilir. Yoksa hiç gideri yok. İnsanın değişebileceğini, küçüklüğünde yediği darbelerden dolayı berbat birine dönüşebileceğini sonra tekrar değişebileceğini ama kötünün de hep kötü kalacağını anladık. Bu kadar sıkıcı bir şekilde anlatılmasına gerek yoktu elbette, orası ayrı. Gayet sıkıcı, insana pek bir şey katmayan bir kitap kanımca Uğultulu Tepeler. Yazar olarak Emily Bronte’nin ise öyle abartılıp göklere çıkarılacak bir yanı yok. (Ancak kardeşi Charlotte‘ye laf söyletmem.) Üniversitede olsam edebiyat öğretmenlerim beni tefe tutardı sanırım ama insanların bu kitabı neden bu kadar çok sevdiğini hiçbir zaman anlayamayacağım.

emily bronte uğultulu tepeler

Gururlu insanlar kendileri için keder yaratırlar.
– Emily Bronte

Kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Emily Bronte – Uğultulu Tepeler

İngiltere’de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, “Victoria Dönemi” olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşunu simgeler. Brontë kardeşler, kadının edebiyatla uğraşmasının hoş görülmediği bu yıllarda, önce bir erkek kimliğiyle şiirler, sonra kendi adlarıyla klasikler arasında yer alacak üç önemli romana imza atmıştır. Emily Brontë 1848’de öldüğünde dünya edebiyatının en güzel romanlarından birini, Uğultulu Tepeler’i bırakmıştır ardında. Bu Victoria dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı, kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser, ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir.

Ölümünden bir yıl önce bitirdiği Uğultulu Tepeler’deki kişilerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı, Brontë’nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir. Sevgi, kin, nefret, öç alma tutkusu gibi güçlü duygularla örülü bu gençlik öyküsü, patladı patlayacak bir cinsellikle doludur. Daha otuz yaşındayken veremden ölen, son derece duyarlı, hiç evlenmemiş bu genç kadın yazar, tüm canlılığıyla bu romanda vardır. Okuyanın yaşına, deneyimlerine ve duyarlılığına göre değişkenlik gösteren, farklı zamanlarda okunduğunda değişik tatlar veren, tekrar tekrar okuma isteği uyandıran bir başyapıt.

Menüye dön