Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (sanırım biraz da incecik olduğundan) son dönemde bir hayli popüler oldu. Stefan Zweig’in en son Amok Koşucusu adlı öykü kitabını okumuştum, uzun zaman oldu ustayla tekrar bir buluşayım diye bu kitabı seçtim. Bir saat bile sürmeden biten bu altmış sekiz sayfalık minicik kitabın özellikle kadınlar arasında neden bu kadar popüler olduğunu anlamam zor olmadı. Ancak ben o bildiğim Zweig tadını bu kitapta bulamadım.
Elbette ben bildiğim Zweig tadını bulamadım diye kitap değerinden bir şey kaybetmiyor. Yalnızca bu bilinmeyen kadının yazdığı mektupta onun ne kadar perişan olduğunu görmek biraz sinir bozucu olabiliyor. Bir de tabi, bir erkeğin hem pek sevimli bir şekilde portrelenip hem de bilmem kaç defa yattığı bir kadını sonrasında hatırlamaması bana biraz -biraz da değil oldukça- saçma geldi. Yani birlikte güzel bir gece geçirdiğiniz bir insanı aradan bir süre geçtikten sonra hiçbir şekilde hatırlamıyorsanız bence ortada bir sorun var demektir. Neyse. Her şeye rağmen iyi bir kitapçık bu. Çevirisi enfes, akıp gidiyor, insanı peşinden sürüklüyor. Mektubun nasıl sonlanacağını görmek için biraz daha hızlı okurken buluyorsunuz kendinizi. Siz yine de çok şey beklemeden okuyun derim. Keyifle!
İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu – Stefan Zweig
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!