The Best Offer bu zamana kadar izlediğim en iyi filmlerdendi. Açık ara! Bunun birçok nedeni olsa da en önemlisi sanat diyeceğim. Midnight in Paris‘ten sonra bu kadar heyecanlandığım bir film daha hatırlamıyorum. Hayatımda yeni bir dönem açtı diyebilirim.
Filmin yönetmeni ve yazarı efsane isim Giuseppe Tornatore. Başrolünde ise çok sevdiğim Geoffrey Rush var. Gerçi filmin başrolünde ben hep sanat eserlerini ve o villayı gördüm. Ah tabi bir de o merak unsuru! Filmin hızlı hızlı geçmesini istedim sonunda ne olacağını öğrenmek için, öylesine heyecanlandırıyor insanı. Ancak ikinci, üçüncü ve hatta yedinci izleyişimde filmden daha çok keyif alacağım sanıyorum. Sonunda ne olacağını bildiğimden, sanat eserleriyle doyuracağım gözlerimi. Hayatı sanat etrafında dönen bir adamın hayatını izlemekten bu kadar keyif alacağımı hiç düşünmezdim.
The Best Offer daha ilk dakikalarında en sevdiğim filmler arasına girdiği için ne yazık ki filme objektif olarak bakamayacağım çünkü farkettiğiniz üzere içinde hayran olduğum tüm unsurları barındırıyor. Varsa eğer kusurları gözümden kaçacak, asla göremeyeceğim. Geoffrey Rush yanında bir de Jim Sturgess var ki onu da çok severim. Siz sanat sanat diye bağırdığıma bakmayın, filmde çok daha fazlası var. Senaryosu inanılmaz, insanı sürekli ayakta tutan merak unsuru, inanılmaz bir temposu var. Birden fazla gizeme sahip, her karakter bir muamma. Bir de Prag var! Müzayedeler var! Aşk var! Bırakın Oscarlar’ı bu filmi izleyin. Sanatla!