The Giver Lois Lowry’nin 1993 yılında yazdığı bir kitap. Genelde çocuk ya da genç yetişkin kitabı olarak anılsa da kimse bunu dinlemiyor. Kitabın yediden yetmiş yediye büyük bir okur kitlesi mevcut. Kitap en başta bir ütopya gibi gözüken ve sonradan distopya olduğunu anladığımız bir toplumu konu ediniyor.
Jonas adlı ana karakterin gözünden görüyoruz her şeyi. Toplumda acı ve anlaşmazlığın ortadan kaldırıldığı bu distopyada herkes ne yazık ki bir aynılıktan muzdarip. aynı zamanda bu toplumda duygulara da yer yok. Jonas ise toplumda seçilmiş kişi olarak belirlenir ve görevi de aynılıktan önceki tüm anıları depolamaktır. Jonas siyah beyaz olan toplamda giderek renkleri görmeye başlarken duyguları da hissetmeye başlar ve olaylar elbette bundan sonra değişir. Yaşadığı bu sözde ütopyadaki korkunç şeyleri fark etmesi isyan etmesine yol açar. The Giver’da yaratılan toplum en başta gerçekten işe yarar görünüyor. Renkler olmadığından ırk ayrımı yok, din de yok. Duygular da olmadığından kimse sinirlenip de kavga etmiyor. Aynı zamanda yaratılan dünyada iklim değişikliği de olmadığından yiyecek sıkıntısı da çekilmiyor. Sürekli hoş bir yaz günü yaşanıyor. Elbette kışın ve karın ne olduğunu kimse bilmiyor. Ancak böylesi bir dünya yaratmak için yapılanlar ise insanlıktan çok şey götürüyor.
The Giver ve güçlü kadrosu
The Giver adlı kitabın film uyarlamasında ise muhteşem oyuncu Jeff Bridges The Giver rolünde. Meryl Streep ise olanca korkunçluğu ve soğukluğuyla toplumu yöneten Chief Elder rolünde yer alıyor. True blood’dan tanıdığımız ve tüm genç kızların sevgili olan Alexander Skarsgård tatlı mı tatlı baba rolünde. Katie Holmes ise katı kuralları olan anne rolünde yer alıyor. Jonas’ı ise Brenton Thwaites canlandırıyor. Diğerlerini bilmem ama Jeff Bridges her zamanki gibi mükemmel. Önce kitabı okuyun sonra da filmi izleyin derim. Keyifle!
Kitabın tanıtım yazısı aşağıda, almak için de buraya: Lois Lowry – The Giver (Seçilmiş Kişi)
Sonra döndü ve onu yalnız başına, yüzü kalabalığa dönük ayakta dururken bırakarak, sahneden ayrıldı. Kalabalık aynı anda hep birlikte adını mırıldanmaya başladı.
“Jonas.” İlk başta fısıldıyorlardı. Zorlukla duyuluyordu, sesleri bastırılmıştı. “Jonas, Jonas.”
Sonra daha yüksek sesle ve hızla devam etti.
“JONAS. JONAS. JONAS.”
Adının bir ağızdan söylenmesinden, Jonas, topluluğun kendisini ve yeni görevini benimsediğini, yeni bebek Caleb’e verdiği gibi kendisine de yaşam verdiğini biliyordu. Göğsü minnet ve gururla kabarmıştı.